Nedir bu kendini sevmek? Nasıl oluyor bu kabullenme süreci? Neden dönem dönem mutluluk, sevgi, aşk içimizde ama bazı günler her şey çok karanlık? Bugüne kadar filozoflar hayatın en derin sorularına yanıt bulmak için kendimize bakmamız gerektiğini söyledi. Sokrates’e göre incelenmemiş hayat yaşamaya değmezdi. Peki kendimizi nasıl tanıyacağız? Tanıdıktan sonra nasıl seveceğiz? Ha bir de nasıl kendimizi olduğumuz gibi kabulleneceğiz?
Benim kendimi tanıma sürecim bir hayli uzun oldu diyebilirim. Kendimi bu dünyaya hem çok ait hem de hiç ait hissetmediğim çok zaman oldu. Bazen kalabalık içindeki yabancı oldum. Bazen yabancılar içinde evde oldum.
Neden bu şekilde hissettiğimi uzun bir dönem sorguladım. “Yalnız olma” ya da “ Ait olmama” duyguları acaba bana mı aitti? Yoksa çevremdeki birtakım baskılardan dolayı bana yapışan korku kalıpları mıydı? Uzunca bir dönem bunu anlamaya çalıştım.
Bunun için 2011 de yogaya başvurdum. Bir 4 sene aralıksız yoga yaptım. Nefes alıp vermenin, meditasyonun önemini anladım. Sonra hayatıma terapi girdi. Doğru terapisti bulmak zaman aldı. Doğru yöntemi keşfetmek zaman aldı. Bilişsel davranış terapisini denedim, EMDR denedim, Freud ekolu denedim. Bazıları bana uydu. Bazıları uymadı. Ama özetle, bu yöntemler içe dönmemi sağladı. İçe dönüşle ne sevdiğimi, ne yapmak istediğimi, kim olduğumu ve kim olmak istediğimi fark ettim. Bu fark ediş önce korkuttu. Örneğin içimde inanılmaz duygusal ancak bir o kadar da güçlü bir ruh vardı. Duygusallık güç ile birşelebilir miydi? Bunca zaman bunun mümkün olmadığını duymuştum. Acaba ben bu iki kavramı birleştirebilir miydim?”
Duygusallığımı en iyi yazıyla ifade edebildiğimi gördüm. Sonra hatırladım, benim çocukluğum sanatla geçmişti. Şarkı söyler, yazı yazar, dans ederdim. Tiyatro oynardım. Müzikale bayılırdım. Ne değişmişti sonra? Neden yaptığım her şeyden vazgeçmiştim? Ne oldu size söyleyeyim; mühendis ve doktor bir ailenin kızı olarak sanatı kendime yakıştıramamıştım. Meli malı kalıplarımdan dolayı, sağ beynimi kabul etmemiştim.
Ailemin deli kızı, siyah kuzusu olmuştum. Hep buna inanarak büyüdüm. “Siyah kuzuyum” ben. “Siyah kuzuyum” ben diye tekrarladım… Oysa ben kalıplara sığdırılamaz bir ruhtum. Oysa benim içimde hem sanat hem matematik vardı. Peki bunu nasıl kabul ederdim? Bunu nasıl keşfederdim? Bu esnada öz şefkat terapisi ile karşılaştım. Öz şefkat kişinin kendini olduğu gibi kabul etmesini sağlıyor. Kişinin her yönünü sevmesini sağlıyor. Bu tedavinin kendimi bulduktan sonra olması bana büyük şans oldu. Bulduğum kimliği bu terapi ile daha çok sevdim.
Şu an siyah kuzu olmanın avantajlarını yaşıyorum. Hayatıma farklı bir yol ile devam ediyorum. Sanat yapıyorum. Yazı yazıyorum. Şiir yazıyorum. Şarkı söylüyorum. Bedenime bunların iyi geldiğini fark ediyorum. Bir yandan da işim nedeni ile analitik tarafımı sürekli kullanıyorum. İki dünyanın birleştiği nokta bana güç veriyor. Oluşturduğum kimliğimi destekliyor.